top of page

AGNI VE SESSİZLİĞİN GÜCÜ

  • Urala
  • 13 Oca 2023
  • 7 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 18 Ağu 2023

Seminer sonrası evimi toparlayıp yeni sahibine teslim ettikten sonra bavullarımı hazırladım, sevdiklerime sımsıkı sarılarak geçici bir süreliğine veda ettim ve yola çıktım. Agni bana bir cuma günü öğle yemeği için Amerika’da Santa Fe’deki evinde randevu vermişti. Amerika’ya gelince bir araba kiraladım ve Agni’ye doğru yola devam ettim.


Önümdeki uçsuz bucaksız seyahat için hiçbir plan yapmamıştım. Santa Fe’de bir otelde sadece bir haftalığına rezervasyon yaptırmıştım, sonrasına Agni ile görüşmeme göre bakarım demiştim. Bu plansız yolda olma, bazen bir sonraki hafta nerede ne yapıyor olacağını hiç bilmeme hali ilk bir iki ay beni baya zorladı diyebilirim. Bu süreçte ne zaman geleceği düşünsem minik anksiyete atakları yaşadım. Çünkü gelecekte ne yapıyorum, nasıl yapıyorum, nerede, ne zaman, ne oluyor hiçbir fikrim olmadığı gibi, çoğu zaman hiçbir planım da yoktu. Bu anlarda uzayın derin boşluklarında salınıyormuş gibi hissettim. Ancak geleceğin bu belirsizliği ve benim bu belirsizliğe verdim anksiyete atakları tamamen anda kalma becerimi master etmeme hizmet etti. Her geleceği düşündüğümde anksiyete yaşadığım için hemen odağımı şimdiye getirmeye başladım ve dedim ki kendime ‘Didemcim haftaya nerede olacağını bilmiyor olabilirsin ancak bugün nerede olduğunu biliyorsun, şu an haftaya ne yapacağından öte düşünmen gereken daha gerçek mevzuların var. Mesela bugün öğle yemeğinde ne yiyeceksin? Akşamüzeri yürüyüşe çıkmak istiyor musun? Arabaya benzin alman gerekiyor. Önce bugünün işlerini hallet, yarını yarın, haftayayı haftaya düşünürsün.’ Dikkatimi bulunduğum ana yönelik sorulara getirdiğimde derin nefes ile birlikte anksiyetemin hafiflediğini, yavaşça kaybolduğunu, ve sonrasında anın keyfini çıkarabildiğimi farkettim. Böylece bu taktiği uygulamaya devam ettim, her gelecek ile kaygılandığımda kendime sordum: ‘sen önce bu akşam ne yemek istediğini biliyor musun buna cevap ver! Hadi velev ki biliyorsun o zaman bugün çamaşırlarını yıkayacaktın yıkadın mı da bakiyim oturmuş bir sonraki ayı düşünüyorsun, kalk çamaşırlarını yıka bitir sonrasını sonra düşünürsün’ diyerek dikkatimi gündelik işlerime yönelttim. Bu taktik bana gerçekten çok iyi geldi ve bana aslında tek gerçek olan şey olan bu anı yaşayabilme becerisini hediye etti.

(Ayrıca Türk anneleri aslında doğuştan spiritüel ve anı yaşıyormuş da haberimiz yokmuş, benim her canım sıkkın olduğunda ya da koltukta oturup gelecekle ilgili kaygılandığımda annemin klasik cevabıdır: ‘çok düşünme hadi kalk çay koy’ ya da ‘oturup kara kara düşüneceğine önce kalk da odanı topla, her yer her yerde’. O zamanlarda beni uyuz etmek için söylediğini düşünüyordum meğersem kadın biliyormuş. Bu ruhani yolculuğumda annemin lafına daha çok gelecek ve her seferinde ‘ay annem hep diyordu, kadın biliyormuş’ daha çok diyecektim. Bazen büyükleri çok da küçümsemeden daha dikkatli dinlemek gerekiyor, çünkü bence her kültürde yaşamak üzerine kadim bilgi ve prensipler jenerasyondan jenerasyona söz ile aktarılıyor ve bu sözler bazen çok ‘ermiş’ veya ‘spiritüel’ gelmese de kulağa, soğan gibi dış kabuklarını soyduğunda içinde önemli hikmetler barındırabiliyor. Buradan anneme ve tüm türk annelerine kocaman sevgilerimi iletiyorum.)

Bir süre sonra bir baktım bu anda kalma hali alışkanlığım haline gelmiş ve ağırlıklı olarak zaten hiç çaba sarf etmeden zihnim doğal olarak bu ana odaklı kalıyor. Bu anda kalma hali alışkanlık haline geldikten sonra neredeyse hiç anksiyete ve kaygı yaşamamaya başladım. İki hafta sonra nerede olacağımı bilmesem de, yabancı bir havalimanında kimse İngilizce konuşmuyor ve ben de ispanyolca bilmiyor halimle uçağı yakalamaya çalışıyor olsam da, ve hatta Kosta Rika’da gecenin bir vakti telefonum hiç çekmiyorken yanlış yola girdiğim için kapkaranlık bir ormanın ortasında kalı kalsam da bir baktım pek anksiyete yaşamıyorum. Çünkü her zaman tam da o an daha önemli ve yolunda giden bir şey oluyor hayatımda. Ormanda mı kaldım -diyorum ki ‘yani şükürler olsun ki şu an benzinim var daha, bir şekilde çıkarım heralde, çıkamazsam düşünürüm’, sonra çıkmayı deniyorum ve bir şekilde çıkıyorum ormandan. Dolayısıyla zaten ormandan çıkmayı denemeden çıkamamak üzerine kaygılanmak nedenmiş ki?



ree

Peki, Agni’ye geri gelelim: Agni’ye giderken yolculuğumun daha başındaydım ve zihnimi anda tutabilme becerim daha pek olgunlaşmamıştı. Ayrıca spiritüel dünyaya daha çok yeni gelmiş ve bu dünya ile ilgili neredeyse hiçbir şey bilmiyordum. Bu nedenle zihnim geleceğin belirsizliğinden ve bilmemekten çok rahatsız olduğu için can hıraş stabilite ve belirli bir kesinlik arıyordu. Dolayısıyla içimden hep umdum ki Agni bana kal desin ve böylece yanında kalıp eğitim alabileyim. Böylece herşey en azından bir süreliğine belirli ve düzenli olsun. Ayrıca kendime ve kendi kalbimin bilgeliğine olan güvenim de daha gelişmiş değildi. O yüzden istedim ki Agni bana ne yapacağımı söylesin, ya da yol göstersin ben de onu takip edeyim. Hala zihnimin altında ‘ben bilmem, bir öğretmen bilir ve bu öğretmenin dediğini yapmalıyım’ varsayımı sapasağlam duruyordu. Gözlerim ve zihnim hala güven duygusunu ve cevapları kendimin dışında, başkalarında arıyordu. Agni kapıyı açtığında ise ona tam da bu arayışta olan gözlerle bakıyordum.

Agni güler yüzü ile kapıyı açtı. Bana ve gözlerime baktı, bir şey demedi. Ancak gözlerime öyle bir baktı ki, enteresan bir şekilde hiçbir şey demese de bildiğini hissettim. Ne bildiğini de bilmiyordum, ama sanki beni, kim olduğumu o an bakarak bildi, ve hatta sanki benim daha bilmediklerimi de bildi. Agni’nin sımsıcak, sevgi dolu ancak bir o kadar keskin, bilen gözleri ve bakışı var. Gözünüzün içine her baktığında sanki bakışları tüm hücrelerinize işliyormuş gibi hissediyorsunuz. Cana yakın bir şekilde beni selamladı, sarıldık ve beni içeri aldı. Birlikte öğle yemeğine oturduk ve havadan sudan, biraz onun hayat maceralarından, biraz benim hayat maceralarımdan konuştuk.

Bu keyifli sohbet boyunca bana hiç spiritüel bir konuşma yapmadı, tavsiye vermedi, herhangi bir şey öğretmeye kalkmadı, hiçbir yeri ve kendi dahil hiçbir kişiyi işaret etmedi. Dostça yemek yedik, şarabımızı içtik, sohbet ettik ve bolca güldük. Ben ise hep bana bir şey öğretmesini bekledim, onun ise hiç öyle bir derdi yoktu. Eğitim sorduğumda ise, zihnimdeki beklentiyi okumuşcasına, sadece ‘ben artık eğitim vermiyorum’ dedi, başka da bir şey demedi. Kal demedi, git şurada bu eğitimi al demedi, şunu dinle ya da bunu oku demedi. Ben ise çılgınlar gibi bana bir yön göstermesini bekledim, sözlerinin satır aralarını araştırdım. Ancak o büyük bir ustalıkla, gözlerimdeki bu çılgın arayışı ve kendim dışında bir şeye tutunma arzumu görerek, satır aralarında dahi hiçbir şey demedi. Abartmıyorum bu arada, gerçekten bir kelime dahi söylemedi. Sımsıcak bir sevgi ile bana baktı, gülümsedi ve sadece: ‘kalbini dinle, o söyler’ dedi. Spiritüel ismimi sordum. Bir kağıda Urala yazdı, Pleiades yıldız takımının elçisi. Bu ne demek diye sordum, cevabı yine aynı idi: ‘kalbine sor, bilmen gerekeni o söyleyecektir’.

O zaman Agni’nin bir şey demeyişinin anlamını, derinliğini, önemini ve herşeyden öte değerini bilememişim. Bilebilmem için biraz daha yaşamam ve görmem gerekecekti. Ancak beş ay sonrasında daha yeni anlıyorum o gün Agni’nin bana verdiği eşsiz hediyeyi. Agni bana o gün hiçbir şey demeyerek aslında o kadar çok şey demiş ki, hiç farkında değilmişim. Agni bana o gün hiçbir şey demeyerek bana aslında ‘sen biliyorsun, cevap için bana veya kimseye bakmana gerek yok’ demiş. ‘Kendi kalbin ihtiyacın olan tek şey’ demiş. ‘Sen kendi kendine yetersin, kendine güven’ demiş. ‘Kendi kalbindeki cevapların, bilgeliklerin ve güzelliklerin farkında mısın? Başkalarına değil, kendi kalbine bak, orayı keşfet’ demiş. ‘Ben dahil başkalarının cevapları hiçbir zaman senin kendi kalbinin cevaplarından daha doğru, önemli veya kıymetli olmayacak, en kıymetlisi kendi kalbin’ demiş. Bundan daha güzel, bir insanı daha onurlandırıcı ve yüceltici ne gibi bir söz olabilir ki? Çok şey bilen gözlerine rağmen hiçbir şey demeyerek bana ne kadar büyük bir saygı göstermiş ve kendi kendime de aynı saygıyı göstermem için ne güzel örnek olmuş.


Şimdi anlıyorum ne kadar değerli bir hediye vermiş bana. Bana öz saygımı, kendime olan güvenimi, kendi bilgeliğimi hediye etmiş. O gün eğer Agni bana ‘kal sana şunları öğreteyim’ dese kalacaktım ve kendime değil Agni’ye yaslanmayı öğrenecektim. O gün Agni bana herhangi bir cevap verseydi, her bilmediğimde Agni’ye soracak ve cevapları Agni’nin bildiğine inanacaktım. Agni ise bana çok daha kıymetli bir şey hatırlatmış o gün. Kendime yaslanabileceğimi, kendi kalbimin cevapları bildiğini ve korkusuzca kendi kalbimi takip edebileceğimi sessizce göstermiş. Sessizliği ile sözü kalbime vermiş ve kalbim de demiş ki: ‘bana güvenebilirsin’.


ree

Agni’den ayrılırken son kez sarıldık ve kalbime dokunarak kulağıma son bir kez daha fısıldadı ‘her zaman kalbini takip et, hiçbir zaman yanılmazsın.’


Agni bana bir şey öğretmese bile, ben sonraki beş ay boyunca başka yerlerde ve başka insanlarla olan etkileşimlerimde, Agni ile olan deneyimimi hatırlayarak çok şey öğrenmeye devam ettim. Herşeyden önce sessizliğin gücünü öğrendim. Kelimeler, cümleler, sözler, kitaplarla boğulduğumuz, herkesin bir şey dediği, bir tavsiye verdiği bu dönemde: bir şey dememenin, sessizliğin ne kadar kıymetli, ne kadar güçlü ve karşındakini güçlendirici olduğunu öğrendim.


Birine tavsiye vermenin, sorulmadan bir şey ‘öğretmeye’ kalkmanın onun kendi gücünü elinden almak olduğunu öğrendim. Çünkü birine tavsiye verdiğinizde veya bir şey ‘öğretmeye’ kalktığınızda ona satır arasında ‘sen bilmiyorsun, ben biliyorum’ mesajını veriyorsunuz. Halbuki herkesin bir kalbi var ve istisnasız herkes kalbinde Tanrı’yı ve Tanrı’nın bilgeliğini taşıyor. Kimsenin kalbi diğerinden daha büyük değil. Kaplerimiz aynı ve bir. Dolayısıyla gün sonunda kimse kimseden daha çok bilmiyor. Herkes kendi doğrusunu kendi kalbinde taşıyor.


Böylece sorulmadıkça fikir beyan etmemenin en büyük bilgelik ve erdem olduğunu öğrendim. Hatta çoğu zaman sorulsa dahi kalpten gelmeyen hiçbir şeyi paylaşmamayı öğrendim. Zihnimin gevezeliklerini başkalarının üzerine yığarak, kendi sesimle onların kalp seslerini bastırmamayı öğrendim. Sessiz kalarak kalplere sadece ayna olmanın sevdiklerinize verebileceğiniz en güzel hediye olduğunu öğrendim. Tüm bu öğrendiklerim için ise Agni’ye sonsuz minnet duyuyorum. Agni’nin sessizliğinden, belki de hayatım boyunca okuduğum tüm kitaplardan daha çok şey öğrendim.


Daha doğrusu kendimi bu yöne doğrultmayı öğrendim demek daha doğru, nitekim bunları gündelik hayatın içerisinde an be an uygulamak hiç de burada böyle yazıverdiğim kadar kolay değil. Ancak her zaman, belki çoğu zaman, yapamasam bile kendimi sevgiyle kucaklayarak elimden geldiğince hep bu yöne doğru yöneltmeye devam ediyorum.


Agni’den ayrıldıktan sonra kendimi kalbimi dinlemeye verdim ancak farkettim ki kalbini dinlemek her zaman çok da kolay değil. O gün önce bir ne yapacağımı bilemedim, kalp nasıl dinlenir ki? Duyduğun ses başkalarından veya zihninden mi geliyor, kalbinden mi geliyor yoksa korkularından mı, geçmiş travmalarından mı nasıl anlarsın? Bu sesleri nasıl ayırt edersin? Anladım ki kalbi dinlemek de hem bir sanat hem de bir zanaatmış. Düşe kalka öğrenmeye devam ediyorum açıkçası. Bu süreçte düşmekten korkmamayı ve hatta keyif almayı de öğreniyorum, nitekim düşmek de yolun bir parçası. Bazen bir sesi kalbim zannettiğim oluyor sonra anlıyorum ki kalbim değil zihnimmiş ya da derinlerden gelen bir korkummuş. Dinledikçe sesleri daha net ayırt edebiliyorum. Ancak aynı zamanda bu süreçte öğreniyorum ki niyetim kalbimi dinlemek olduğunda acısıyla tatlısıyla her deneyim beni zaten her zaman kalbime geri getiriyor -korku ile hareket etmişsem, korkumun sesini öğreniyorum ve dolayısıyla neyin kalbimin sesi olmadığını ve neyin kalbimin sesi olduğunu daha iyi öğreniyorum. Bilge bir yazarın dediği gibi: ‘ışığı bana yolu gösterdiği için, karanlığı ise yıldızları gösterdiği için severim.’ Ben de kalbimin sesini yolu gösterdiği için, diğer tüm sesleri ise bana kalbime geri giden yolu gösterdikleri için sevmeyi öğreniyorum.


Sessizliğin güzelliğinden bahsedip yine çok konuştum ve yığınla söz koydum buraya. Ama hepsi kalbimden :)


Agni’den çıktım ve kendimi kalbimi dinlemeye, kalbimi keşfetmeye adamaya karar verdim. Ancak o gün kafam çok karışıktı, ve dolayısıyla kafamda deli sorular dedim ki -neyse çok düşünmeyim gidip bir kahve içeyim. Kahve içerken internette bakınmaya başladım ve gördüm ki bulunduğum yere 3-4 saat uzaklıkta sihirli bir yer var: beyaz kum çölü. Fotoğraflarını görür görmez beş yaşındaki halime döndüm ve çocuklar gibi şen ve heyecanlı dedim ki ‘ben buraya gitmek istiyorum’. Beyaz bir çölde kumlarda yuvarlanmanın hayalini kurarken, kalbin sesi nasıl dinlenirmiş, nasıl bir sesmiş, kimin sesi nasılmış filan hepsini unuttum gitti. Sadece beyaz bir çölde kumda yuvarlanacak olmamın heyecanı kaldı. Sonradan farkettim ki, bazen kalbi dinlemenin en iyi yolu direksiyonu içindeki beş yaşındaki çocuğa vermek. Ve bu sefer beyaz çöllere doğru yola koyuldum -bilmiyordum ki bu çölün ve hiçliğin ortasında aşkı bulacaktım. Böylece yolum Andrew’a geldi. :)

2 Yorum


Misafir
09 Haz 2023

Canim Urala 🤍 heyecanla bekliyorum devamini, iyi ki yazmaya basladin. hic bitsin istenmeyen bi roman gibi :) seni seviyorum.

Beğen
Didem Aksoy
Didem Aksoy
09 Haz 2023
Şu kişiye cevap veriliyor:

Ben de çok çok seviyorum, ve çok mutlu oluyorum senden bunları duyunca. Kocaman kocaman sevgiler yolluyorum ve hasretle kavuşmayı bekliyorum dört gözle. :)

Beğen
bottom of page