IŞIĞA GİDEN YOL ve HAYAL
- Didem Aksoy
- 8 Oca 2023
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 15 Nis 2023
Işığa Giden Yol seminerine geldiğimde tam olarak içeriği ve ne olacağı ile ilgili bir fikrim yoktu. Rokocum anlatırken olabildiğince minimum seviyede bilgi vermişti, hatta pek de bilgi vermedi diyebilirim. Kendini keşfedeceğin bir seminer dedi o kadar. Ben de bu noktada Roko’ya olan sonsuz güvenimle, bir saniye bile düşünmeden tamam dedim. Semineri bitirdikten sonra anladım ki zaten ne olacağını anlatmak ve kelimelere dökmek pek de mümkün değilmiş.
Hayatta bazı deneyimler var ki kelimelere dökmek maalesef mümkün olmuyor. Düşünün ki muazzam bir gün batımı seyrediyorsunuz, güneş tüm ihtişamıyla, parlaklığı ile kendini gösteriyor. Sizi Tanrı’ya yaklaştıran hatta belki birleştiren bir gün batımı. Hemen fotoğrafını çekmek istiyoruz. Öyle güzel ki, bu güzelliği sevdiklerimizle paylaşmak istiyoruz. Ancak sonra fotoğrafını çekince bakıyoruz ki asla gerçeği gibi değil. Hangi açıdan hangi ışıkla hangi kamera ile çekersek çekelim, hiçbir fotoğraf gerçek bir gün batımının büyülü güzelliğinin hakkını veremiyor. En güzel fotoğraf bile gerçeğinin ucuz sahte bir versiyonu olmaktan öteye geçemiyor malesef.
Semineri bitirince anladım ki, bu semineri kelimeler, cümleler veya söz ile anlatmak mümkün değil. Tüm sözler, deneyimin ucuz bir versiyonu olarak kalacak ve kendi değerine haksızlık edecek. O zaman anladım Roko’nun bazen neden pek de bir şey demediğini. Bazı güzellikler ve deneyimler karşısında ne diyebilir ki insan. Bir şey demek de istemez. Bu seminer de öyle bir deneyim. Ne anlatırsam nasıl anlatırsam anlatayım anlamsız kalacak. Bu nedenle ben de burada bu semineri kelimelerle anlatmaya çalışarak ona haksızlık etmeyeceğim. Ancak bu seminerle birlikte nasıl hayalimi ve hayat amacımı keşfettiğimi, bununla birlikte bu deneyimin hayatımda açtığı yolu sizinle paylaşacağım.

Seminer sırasında bir gün Roko ve Irma bizi meditasyon ile hayalimizdeki en mutlu yere götürdü. Meditasyona girmemle birlikte gözümü kapar kapamaz kalbimden çıkan pembe bir ışığı takip ederek orman içerisinde minik bir köye geldim. Kocaman, yemyeşil ağaçların arasında minik 10-15 tane ahşap ev orman içerisinde dağınık bir şekilde duruyordu. Bu yerleşim yerinin tam ortasında minik bir meydan vardı. Meydanın tam ortasında kocaman bir ateş yanıyordu. Tepeden okyanusu görebiliyorduk. Köyde en sevdiklerimle birlikte yaşıyorduk. Bu akşam ise hep birlikte ateşin etrafında dans ediyorduk. Herkes tamamen özgürce, çılgınca ve mutluluk içerisinde ateş etrafında dönerek dans ediyordu. Tam bu sırada gökyüzünde kuşlar üzerimizde uçarak dönmeye başladılar, köyün köpekleri etrafımızda koşuyorlardı, ormandaki tüm hayvanlar bizimle dans ediyordu. Hep hayalini kurduğum komün ile birlikte doğa ve tüm canlılarla sevgi içerisinde yalın bir hayat yaşıyorduk. Ekip biçiyor, kendi yiyeceğimizi yetiştiriyor ve oldukça yavaş, sakin ve huzur dolu, ancak bir o kadar neşeli ve eğlenceli bir yaşam sürüyorduk. Her cuma akşamı ise parti gecemizdi. Ateş etrafında yorulana kadar dans ediyorduk. Cuma akşamları ateşe, hayata, dünyaya, doğa anaya minnetlerimizi sunduğumuz, dünya üzerinde yarattığımız bu cenneti dans ederek, şarkı söyleyerek kutladığımız büyülü bir geceydi. Köyümüz sihirli bir köydü. Hepimizin farklı yetenekleri vardı: hayvanlarla, bitkilerle, ağaçlarla konuşabiliyorduk; ateşi zihin gücü ile büyütebiliyorduk, ateş üzerinden uçarak atlayabiliyorduk. Bu parti gecemizi hepimiz ateş üzerinden atlayarak bitirdik. Ve sonrasında hep birlikte koşarak okyanusa indik. Gökyüzü yıldızlarla parıl parıl kaplıydı. Su durgun ve yumuşacıktı. Hep birlikte gece suya girerek mutluluk, neşe ve minnet içerisinde yüzdük. Sonra ise uyumak üzere evlerimize dağıldık.
Meditasyon sırasında içimde hep ‘dünya üzerindeki cennet’ ifadesi belirdi. Burası dünya üzerinde minik bir cennetti ve cennetin burada, bu dünyada varolduğunun, varolabileceğinin bir kanıtı idi. Tüm dünyaya başka türlü yaşamanın, çalışmanın, birlikte sevgi ve huzur içinde varolmanın mümkün olduğunu gösterdiğimiz bir yerdi. Tam bu sırada Roko ve Irma bizi meditasyondan çıkararak geri getirdi. Gözlerimi açtığımda bu yerin ve bu yerdeki hissiyatın hayalim olduğunu biliyordum. Sihirli ve şifalı bir köydü burası. Hem kendimizi, hem birbirimizi şifalandırdığımız, hem de ihtiyacı olan herkesin şifalanmak için ziyaret ederek kalabileceği sevgi, nezaket, iyilik ve şefkatin hüküm sürdüğü bir yerdi. Cenneti dünyaya getirdiğimiz, dünyada ve içimizde hali hazırda varolan cenneti tekrar ortaya çıkardığımız, ortaya çıkmasına izin verdiğimiz bir yer.

Böyle anlatınca ne kadar imkansız geliyor kulağa. Hayallerin imkansız olduğuna ne kadar inandırmışız kendimizi. Hatta bazen herhangi bir şeyin imkansız olduğunu anlatmak için ‘hayal işte’ diyoruz. Sanki hayaller gerçek olamazmış gibi. Hatta ne deriz: ‘hayaldi gerçek oldu’. Sanki hayalken gerçek değilmiş gibi. Reddediyorum bu inancı. Hayaller gerçektir. Belki de tek gerçek olan şey hayaldir.* (Tek gerçeğin hayal olduğu ve gerçekliği hayal ederek her an kendimizin yarattığına dair muazzam bir kitap: Tanrılar Okulu - Stefano D’Anna)
Meditasyondan gözümü açtığımda bunun hayalim olduğunu ve gerçek olduğunu kalbimde biliyordum. Sanki çoktan gerçekleşmiş de orada bir yerde beni bekliyordu. Gelecekten bir kareydi gördüğüm. Şimdi ise geriye kalan tek şey bu hayalin, yolun, yolda olmanın, yoldaki her anın keyfini çıkarmaktı. Önümde sihirli bir yol vardı. Ben bu yol için çok heyecanlıydım. Böylece anladım ki hayal dediğimiz şey sadece varılacak bir yer değil. Hayal yol ile bir bütün. Yolun kendisi hayal. Ve çoğumuz hep varacağımız noktanın hayal olduğunu düşünerek yanılıyoruz. Yol hayale gitmez, yol hayalin kendisidir. Varış noktamızı düşünerek yolumuzu belirliyoruz ancak bence hata ediyoruz. Varacağın yer güzel diye seçmezsin yolunu, varacağın yere giden yolun kendisi güzel diye seçersin. Yolda geçirdiğin her an en az vardığın an kadar güzeldir, güzel olmalıdır. Mutlaka zorlukları olacaktır ama zorken de güzeldir. Zorken de güzelse vazgeçmezsin. İşte o zaman hayaller her gün ve her an gerçek olur. Çünkü yolda olduğun her an zaten hayalini yaşıyorsundur. Hayalin tam da bu an gerçektir. O zaman varıp varamayacağınla, ne zaman varacağınla da ilgilenmezsin. Eğer her gün zaten hayalini yaşıyorsan neden ilgilenesin ki. Varış noktası yolu var etmek için vardır. Gelecek ise artık bu an’ın sadece bir hizmetkarıdır. Ve güzel olan şey: hayalini yaşadığın yolda, yolda kalırsın. Yolda kalırsan varırsın da. Varmak için yolda kalmazsın, yolu sevdiğin için yoldasındır ama yolda kaldığın için muhakkak varacaksındır da.
Bunun yanı sıra meditasyonda gördüğüm hayalin özünün köyün imgesinin ötesinde olduğuna inanıyorum. Hayal köyün ruhu ile ilgili idi. Köyün ruhu ise sevgi, nezaket, iyilik, şefkat, birliktelik ve neşeden oluşuyordu. Anladım ki sevgiyi, şefkati, neşeyi seçtiğim ve bunları çevremdekilerle paylaştığım her an zaten bu hayalin içerisinde yaşıyorum. Dolayısıyla Roko bana hayatımı ve her anımı kendimin yarattığını hatırlattığı günden beri ben zaten her gün hayalimde yaşıyorum çünkü her gün bilinçli bir şekilde hayalimde yaşamayı seçiyorum. Böylece hayalimle birlikte hayat amacımı da keşfetmiş oldum: Nerede olursam olayım sevgiyi, iyiliği, şefkati, neşeyi ve birliği çevremdekilerle paylaşarak çoğaltmak. Bu kadar yalın ve basit. Kocaman entellektüel cümlelere, cv’lere, başarılara gerek yok hayat amacı için. Her daim sevmek, sevgiyi paylaşmak, minik bir çocuk neşesinde kalarak neşeyi paylaşabilmek olabilecek en güzel hayat amacı benim için. Dolayısıyla bu seminer bana verilebilecek en kıymetli hediyeyi verdi. Bu seminer bana hayalimi ve hayat amacımı verdi. Ve daha da güzeli bu seminer bana hayalimi ve hayat amacımı bugün ve her gün ve her an yaşayabileceğimi hatırlattı. Bir arkadaşımın sosyal medyada paylaştığı, yazarı belli olmayan çok güzel bir yazıyı sizinle paylaşmak isterim:
Tanrı’ya ‘benim bu hayattaki amacım ne?’ diye sordum.
Tanrı: ‘Ya sana bugün o küçük çocuğu teselli etmek için onunla konuştuğun 1 saatte hayat amacını gerçekleştirdiğini söylesem? Ya da restorantta yan masadaki yeni evli çiftin akşam yemeğini ödeyerek gerçekleştirdiğini? Ya da trafikteki köpeği kurtardığında? Ya da yaşlı babanın ayakkabılarını bağladığında?
İnsanların sorunu hayat amaçlarını hedef odaklı başarılarla eşleştirmesi. Ben senin başarılarınla ilgilenmiyorum, ben sadece senin kalbinle ilgileniyorum. Kalbinden sevgiyi, nezaketi, şefkati seçerek hareket ettiğin her an hayat amacını gerçekleştiriyorsun. Daha fazlasını aramana gerek yok!’
Bu güzel farkındalığım ile birlikte Roko ve Irma bizi başka bir meditasyona soktu. Bu meditasyonda ise bazı kutsal ruhlara bağlanıp onların bize spiritüel yolculuğumuz ile ilgili verdiği mesajları alıyorduk. Bu ruhlardan biri ise ateşi temsil eden Agni idi. Agni Sanskritçe bir kelime ve anlamı ateş demek. Agni aynı zamanda Roko ve Irma’nın öğretmeninin, aldığımız ışık semineri ve geleneğinin kurucusunun spiritüel ismi. Kendisi yarı zamanlı Amerika’da Santa Fe’de yarı zamanlı ise Fransa’da bu spiritüel geleneğin merkezi Amritabha’da yaşıyor. Meditasyon sırasında Agni’ye bağlandığımda içimden sadece ‘gel beni gör’ dediğini duydum.
Bunun üzerine seminer sonrası eve gittiğimde Agni’yi internette ararken Fransa’daki merkezin, Amritabha’nın websitesini gördüm. Websitesini açtığımda ise önüme ilk gelen sayfada Agni’nin mesajı yer alıyordu: ‘Cenneti dünyaya getiriyoruz…’ İlk meditasyon sırasında hayalimi görürken içimden geçen ifade… O an yine bildim ki yolum Agni’den geçiyordu. Hemen kendisine yazmaya karar verdim. Facebookta kendisini bulduktan sonra mesaj attım: ‘Merhaba Agni! Nasılsın? Ben Didem. Istanbul’da Roko ve Irma ile ışığa giden yol seminerini bugün tamamladım. Sana hem spiritüel ismimi sormak isterim. Aynı zamanda eğer doğru zaman ise ve beni kabul edersen Santa Fe’de seninle tanışmak isterim.’ Ertesi gün mesajıma geri döndü: ‘Santa Fe’de görüşürüz.’
Böylece yolum Agni’ye geldi. :)
Yorumlar