ROKO VE UYANIŞ
- Didem Aksoy
- 2 Oca 2023
- 11 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 18 Ağu 2023
Roko’nun numarasını aldıktan sonra hemen kendisine mesaj attım. Ertesi gün mesajıma geri döndü: ‘Merhaba Didem Hanım sizin şifacınız olabilir miyim, size faydalı olabilir miyim diye bir meditasyon yaparak bakmam gerekti. Bunun sonucunda size hizmet verebilirim. İlk ihtiyacınız olan şeyin travma iyileşmesi olduğunu görüyorum’. Geçmiş travmalarımın hayatımda etkisini hala yoğun olarak hissediyordum. Bu nedenle travma iyileşmesi ile başlamak çok içime sinmişti.
Çarşamba günü için sözleştik. Öğleden sonra verdiği adreste idim. Derme çatma, tabelası olmayan, dışardan ne olduğu anlaşılmayan, minik eski bir eve gelmiştim. Bana Roko’yu söyleyen dostuma çok güvendiğim için nereye geldiğimi hiç sorgulamadım ve hiçbir zaman şüphe duymadım. Ancak arkadaş referansı olmasa, insan bir ‘allah allah nereye geldik, başımıza bir şey gelmese bari’ diye düşünebilir. Bunun sebebi ev aslında çok tatlı olmakla birlikte herşey alıştığımızın çok dışında. Ev ofis değil, klinik değil, adı sanı yok, tabela yok. Kime geldin desen adamın ismi Roko. Google’a yazarsın çıkmaz. Bir de Rokocuğumun bir mesaj yazma şekli var, kod deşifre eder gibi mesajı deşifre ederek anlamını çıkarıyorsunuz. Harfler olması gereken yerde değil, kelimeler yanlış yazılmış. Puzzle çözer gibi, bu harfin yerine şu gelirse dur bakayım oldu mu, ha oldu kelime çıktı ortaya diyerek okuyorsunuz mesajı ve diyorsunuz ki farklı bir kafayla yazıyor heralde. Dışardan bakınca Allah’a emanetlik bir durum yani aslında. :)
Ancak bana numarasını veren dostumun aklına ve kalbine sonsuz güvendiğim için: ben bu bilinmezliğin içine yüzde yüz güven ve teslimiyet içinde girdim. Ne olacaksa bana iyi geleceğine dair hiçbir şüphem yoktu.
Roko’ya geldiğim gün yine öğlen içtiğim çorba ağır gelmiş, midemde ödem ve ağrı vardı. Bununla birlikte evi sattım, olmaz olsun böyle hayat dedim de ne yapayım şimdi, nasıl bir hayat olsun, nerelere gideyim anksiyetesi içindeydim. Kısacası hem fiziksel olarak hastayım, hem de gözümün feri gitmiş sıfır hayat enerjisi ile bitik durumdaydım. Bitik bir şekilde içeri girdim.
Roko ile ilgili benim için ilk göze çarpan şey masmavi ve ışıl ışıl gözleri idi. Sadece mavi ve güzel olması değil, bakınca kendinizi güvende hissettiren bir bakışı var. Sanki bakışlarıyla içinize güven hissiyatını işliyor. ‘Evet’ dedi, ‘biraz sizi dinleyim buyrun’. Nerden başlasam diye düşündüm, travmalardan travma beğen seç. Sonra hepsinin çok anlamsız olduğunu hissettim. Öyle oldu, böyle oldu, o bunu yaptı, bu da böyle yaptı… Çok sıkılmışım bunları anlatmaktan, zaten senelerdir terapiye gidiyorum. Anlat da anlat. İstemedim detaylarda kalmayı. Ve özetle sadece şunu dedim:
Didem: ‘Valla şimdi anlatsam bir sürü şey anlatırım, bir iki ciddi travmam da var ama bunları anlatmak istemiyorum, zira senelerdir terapide anlatıyorum zaten. Ne olduğundan ve olanlardan bağımsız benim kurtulamadığım, içinden çıkamadığım, çözümleyemediğim derin bir mutsuzluğum var. Çok küçük yaştan beri depresyonla mücadele ediyorum ancak kurtulamıyorum. Senelerdir terapiye gidiyorum, ilaç da kullandım, ne yaptıysam olmuyor. Sebebini bulmaya çalışıyorum, en son şuna geldim: modern hayat ve modern insan bana çok saçma geliyor, anlamlandıramıyorum. Anlamlandırmadığım için hayata adapte olamıyorum sanırım. Adapte olamadığım için de mutsuzum. Buraya, bu dünyaya, bu zamana ve bu topluma ait değilmişim gibi hissediyorum. Ve bu nedenle çok sık ölümü düşünüyorum. Gitmek istiyorum bu dünyadan. Ayrıca modern insan eski toplum ve uygarlıkları ilkel olarak tanımlıyor. Buna da katılmıyorum. Bence eski uygarlıklar bizden daha çok şey biliyorlardı. Başka kadim bilgiler olduğuna inanıyorum ancak kaybettik bunları. Teknoloji çok gelişti diye kendimizi çok ileride, çok şey bildiğimizi zannediyoruz. Bence insanlar olarak biz artık hiçbir şey bilmiyoruz. Ne kendimizi biliyoruz, ne vücudumuzu dinlemeyi biliyoruz, ne doğayı biliyoruz, ne de hayatı dinlemeyi görmeyi biliyoruz. Ne yediğimizi, vücudumuzun içine ne aldığımızı bile bilmiyoruz. İnsanlık olarak çok fazla anlamlı bağı kaybettiğimizi düşünüyorum ve bu kaybın yası içerisinden çıkamıyorum. Göremediğimiz başka bir gerçeklik, başka bir varoluş şekli, başka bir boyut var olmalı, buna inanıyorum ama bu ne bilmiyorum.’
Roko gülümseyerek ‘Hoşgeldiniz’ dedi ve devam etti: ‘İnsanların çoğu uyur konumda ama siz tek gözünüzü açmışsınız, biraz gerçeği farketmeye, görmeye başlamışsınız. Öncelikle mutsuzluğunuzu araştırarak mutluluğu bulamazsınız. Neden mutsuzum, ne beni mutsuz ediyor sorusu sizi mutluluğa ulaştırmaz. Mutluluğu bulmak için mutluluğu araştırmanız lazım. Ne beni mutlu ediyor sorusunu sorun kendinize. Bu çay içmek, yürüyüşe çıkmak kadar basit olabilir. Sizi mutlu eden şeyleri bulun, bunlara odaklanın ve bunları yapın.’
Burada bir aha anı yaşadım. Senelerdir yaptığım şey tam olarak da buydu, sürekli neden mutsuzum diye soruyor ve sürekli mutsuzluğumu düşünüyordum. Ayrıca neden mutsuzum sorusunun cevabı tabi ki hep daha fazla mutsuzluk getirecek bir şey oluyordu. Ve dolayısıyla kendimi sürekli mutsuzluk düşünerek mutsuzluk kısır döngüsünün içine hapsediyordum. Halbuki kendime daha sık neler beni mutlu ediyor acaba diye sorsam, bunları düşünsem ve yapsam neler değişirdi acaba. Herşeyden önce sürekli mutsuzluk düşünmek yerine daha fazla mutluluğu düşünüyor olurdum, ve sadece bu bile eminim beni daha mutlu bir insan yapardı.
Roko devam etti: ‘İkinci olarak yaşadığınız bu hayatı siz yaratıyorsunuz. Hayatınızı bir film olarak düşünün, bu filmin senaristi, direktörü ve yapımcısı sizsiniz. Sizin yüksek bir bilinciniz var ve bu yüksek bilinciniz başka bir boyutta hayatınızı film izler gibi izliyor. Belki de siz mutsuz, hasta ve arayışta olan bir kadının senaryosunu yazıyor ve böyle bir film yaratmak istiyorsunuz. Bunda yanlış olan hiçbir şey yok. Yüksek bilincinizle bağlantıya geçerseniz o zaman neden böyle bir senaryo yazdığınızı daha iyi anlarsınız ve bu tatminsizlik duygunuz başka bir şeye evrilir. Ya da başka bir senaryo yazmak istiyorsanız başka bir senaryo yazarsınız. Bu tamamen sizin elinizde.’
İkinci aha anımı burada yaşadım. Bu aha anları benim için enteresan anlardı. Senelerdir terapiye giden, sürekli olarak kişisel gelişim ile ilgilenen biri olarak Roko’nun söylediği şeyler aslında başka bir haliyle duyduğum, gördüğüm, okuduğum şeylerdi. Ancak Roko’yu dinlerken söylediği şeyleri sanki ilk defa gerçekten anlıyormuşum gibi hissediyordum. Sözleri kalbime işliyordu. Sanki onlarca kez duyduğum bu mesajı Roko’ya kadar hiç anlamamışım, hiç idrak etmemişim. Sadece anladığımı sanmışım. Sonradan farkettim ki zihinle duymak/anlamak ve kalple duymak/idrak etmek arasında çok büyük bir fark varmış. Zihnimle anladığımı düşündüğüm bir çok şeyin bu zamana kadar benliğime nüfuz edemediğini farkettim. Sadece kalbimle duyduğum, gördüğüm şeyler içime nüfuz ederek bir fark yaratabiliyordu. Kalp gözü ile görmenin ne demek olduğunu Roko ile yaşadım. Kalp gözü ise zihninizi tamamen susturduğunuzda, sessizlikte ve boşlukta açılıyor. Roko’nun varlığında olmak bende tam da bu etkiyi yaratmıştı. Hiçbir şey düşünmüyordum. Orada bitkin, mutsuz ve hasta olmama rağmen Roko konuşurken benliğimde sadece Roko’nun sözleri ve mesajı vardı. Hatırlarsanız tam olarak budist tapınağında yaşadığım güneş sıcaklığı ile birleştiğim an gibi. Hal böyle olunca söyledikleri ruhuma işliyordu.

Dolayısıyla Roko’nun bu ikinci mesajı ile ikinci bir aydınlanma yaşadım. Bir anda anladım, daha doğrusu hatırladım ve bildim ki hayatımı herşeyi ile, hastalığım dahil ben yaratıyordum. Bir an düşündüm, işin komik tarafı ben gerçekten de mutsuz ve arayışta olan kadın filmlerini çok severim, çok da etkileyici bulurum (bknz: eat pray love, wild). Evet ben mutsuz ve arayışta olan bir kadının hikayesini yazıyordum. Sadece üst bilincimle bağlantıda olmadığım için bu zamana kadar farkında değildim. Şimdi de tam olarak neden bu hikayeyi yazdığımı bilmiyordum ancak hikayenin geri kalanını istediğim gibi yazabileceğimi anlamıştım ve bu istediğim hikayeyi yazarken bunu bilinçli bir farkındalıkla yapmak istiyordum. Bunun için üst bilincim ve içimdeki ilahi güçle bağlantıya geçmeyi öğrenmem gerekiyordu. Tam bu sırada Roko: ‘Peki ne istiyorsunuz?’ diye sordu.
Didem: ‘Açıkçası ilk geldiğimde bu soruyu sorsanız sadece mutlu olmak istiyorum derdim. Ancak şimdi cevabım farklı. Ben kim olduğumu ve neyi neden yaptığımı bilmek istiyorum. Artık hayatımı şuursuzca yaşamak istemiyorum. Üst bilincimle bağlantıya geçerek kim olduğumu, neden burada olduğumu ve bu hayatta olma amacımı keşfetmek istiyorum.’
Roko gülümseyerek yine ‘hoşgeldiniz!’ dedi. ‘Peki size bir seminerden bahsedeceğim ancak öncelikle dediğim gibi bu seansta travma iyileşme çalışması yapacağız. Travma iyileşme çalışması geçmişinizdeki travmaların bugünkü enerji alanındaki etkisini temizlemeye yönelik bir çalışma. Buyrun uzanın.’ Peki diyerek masaj yatağına sırt üstü uzandım. Roko gözlerimi kapayarak su üzerinde yattığımı düşünmemi söyledi. Bu sırada ne yaptığını anlamadım, üzerimde bir kaç kibrit yaktı ve ‘tamam şimdi ben burada bir enerji boyutu açtım, odadan çıkacağım çünkü yalnız kalmanız gerekiyor, sadece gözleriniz kapalı su üzerinde yattığınızı düşünün, ben tam olarak doğru zamanda geri geleceğim.’ Peki dedim ve gözlerim kapalı olarak su üzerinde yattığımı düşlemeye başladım. Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre sonra bir anda midemde bir büzülme, bir kasılma hissettim. Midemin içinden bir şeyler çekilir gibi oldu. Ben daha içimden ‘allah allah mideme bir şeyler oluyor’ dememe kalmadan midemdeki bütün ağrı, mide bulantısı ve rahatsızlık bir anda gitti. İnanamadım. Ben travma iyileşmesi diyince duygusal bir rahatlama beklerken midem iyi olmuştu. Halbuki sonradan anlayacaktım ki tüm fiziksel hastalıkların temelinde çözümlenmemiş ve iyileşmemiş ve dolayısıyla vücutta düğüm haline gelen duygusal travmalar yatıyor. Tam bu sırada Roko geri geldi. ‘Nasılsınız?’ diye sordu. Ben de ‘midem düzeldi ilginç bir şekilde’ dedim. O da gülümseyerek ‘hiç ilginç değil aslında’ dedi. :)
Sonrasında beni ayağa kaldırdı, yine elleriyle anlamadığım bir şeyler yaptı havada ve ‘şimdi yatabilirsiniz, geçmiş travmalardan görüntüler gelebilir gözünüze, televizyon izler gibi izleyin sadece’ dedi. Peki dedim ve yattım. O da köşedeki koltuğuna oturdu ve beni izlemeye başladı. Gözümün önüne geçmişten bazı sahneler geldi ve geçti. Sonra Roko ‘peki’ dedi ‘şimdi tekrar ayağa kalkın’. Ayağa kalktım. Yine elleriyle havada anlamadığım bir şeyler yaptı, ‘şimdi bu travmaları bırakacağız, bırakıyorum demeniz yeterli’ dedi. ‘Bırakıyorum’ dedim ve dememle birlikte içim boşalırcasına ağlamaya başladım. Roko ‘şimdi yatın ve yine su üzerinde yattığınızı hayal edin’ dedi. Peki dedim ve yattım. Ne kadar olduğunu anlamadığım bir süre sonra bir anda tüm benliğimi müthiş bir mutluluk, huzur ve sevinç kapladı. Bu mutluluğun yoğunluğunu tarif edemem. O kadar yoğun bir histi ki sanki sevgi ve mutluluk içerisinde yüzüyordum. Tam bu sırada Roko ‘evet mutluluk hissediyor musunuz?’ diye sordu. Sadece çok yoğun diyebildim. Mutluluktan konuşamıyordum. Kafam güzel olmuştu, uçuyordum resmen. Roko ‘peki kalkabilirsiniz’ dedi ve ben kalktım, karşısına oturdum.
Karşısına oturdum ama kafam çalışmıyor, konuşamıyorum. Mutluluktan sarhoş bir şekilde sadece sevgiyle baygın baygın Roko’ya bakıyorum ama ağzımı açıp bir şey diyemiyorum. Roko güldü ‘evet şu an zihniniz çalışmıyordur, çok normal bir şey demek zorunda değilsiniz.’ Ben de gülümsedim, kekeleyerek ‘teşekkür ederim’ diyebildim. Dilimi yutmuş gibiydim. Roko yine güldü ve ‘şifa olsun’ dedi. Ve ben salak gibi hiçbir şey diyemeden, resmen kafam bir dünya oradan çıktım. Dışarı çıktığımda sanki yeniden doğmuş gibiydim. Sanki ilk defa gökyüzünü görüyordum. Bulutlara baktım ve gökyüzünün, bulutların güzelliğine inanamadım. İçimden ‘allahım gökyüzünün rengi ne kadar güzel, bulutlar ne kadar güzel, mucize gibi’ diyorum. Biraz yürüdüm, ağaçları gördüm. Herşeyin rengi parlıyordu. Ağaçların yapraklarına baktım, güzellikleri, yeşillerini hayranlıkla izledim. Hayatın mucizevi güzelliğine inanamıyordum. Herşey nasıl bu kadar güzel olabilirdi.
O akşam kafam güzel bir şekilde eve gittim ve kimse ile konuşmadım, hiçbir şey izlemedim. Sadece koltuğumda oturarak nefes almanın, pencereden gördüğüm ağaçların, şehrin ışıklarının güzelliğini hayranlıkla hissettim. Ertesi sabah erkenden uyandım, bambaşka bir kadın olarak gözlerimi açtığımın henüz tam olarak farkında değildim.
İçimde büyük bir mutlulukla kalktım, yine penceremden ağaçların güzelliğine hayran kaldım. Biricik kızım Amos’cuğumun yanına gittim, giydirdim ve sabah yürüyüşümüze çıktık. Her zaman yürüdüğümüz evin arka sokağını yürüyorduk. Açıkçası çok da güzel bir sokak değildi, hatta herkes köpeğini bu yolda yürütüp temizlemediği için baya boklu bir yoldu. Bir senedir Amos’la neredeyse her sabah ve akşam bu yolu yürüyoruz. Ancak bu sabah herşey gözüme başka görünüyordu.
Aslında herşey aynıydı ama aynı zamanda sanki çok başkaydı. Yol aslında ne kadar güzeldi, daha önce nasıl farketmemişim. Bir anda sarmaşık yapraklarının kıpkırmızı rengini gördüm. Ne kadar güzeldi renkleri, böylesine güzel bir renk nasıl var olabilirdi. İki adım daha atmama kalmadan yerin kenarındaki minik çiçekleri gördüm, ne kadar narin, minicik ve güzellerdi. Bugüne kadar bu yolu binlerce kez yürümüş olmama rağmen bu yalın ama bir o kadar çarpıcı güzelliklerin hiçbirinin farkına varamamışım. Sanki gözümün önünden bir perde kalkmış gibiydi.
Yürüyüşe devam ederken Amos’a baktım. Kızım da çok güzeldi. Bir anda insanlar olarak nasıl da bir Amos olamadığımızı farkettim. Amoscum güzel kızımın da çok travması vardı, çok şiddet görmüştü, yangından kurtarılmıştı, çok ürkekti. Ancak tüm bu travmalarına rağmen bu güzel kız her sabah yürüyüşe çıkacağı için dünyanın en mutlu ve heyecanlı kızıydı. Her sabah ve akşam, aynı boklu yolu yürümemize rağmen, bir kez olsun Amos’un yürüyüşe çıkmak için pek de heveslenmediğini hiç görmedim (tüm gün bahçede oynamış olsa bile). Her sabah ve akşam ben üzerime ceketimi giyip ipini elime aldığım anda bu mahsun kız bir anda atlayan zıplayan, kuyruğunu sallayan ve dünyanın en heyecanlı ve mutlu kızı oluyordu. Sadece benimle on dakika olsun aynı yolda yürüyeceği, aynı sokağı farklı koklayacağı, aynı kedileri belki farklı bir ışıkta göreceği için… Ne kadar yalın, basit ve bir o kadar da etkileyici bir mutluluk yetisi. Amoscum mucizevi bir şekilde çok güzeldi. Kendimi bu sabah ilk defa Amos gibi hissettim. Aynı yolu başka bir günde yürüyeceği ve yaprakların renklerini göreceği için çocuklar gibi şen bir kız çocuğuydum. Ben de çok güzeldim. İlk defa kendi güzelliğimi farkettim. Ben de çok güzeldim. Sonra tekrar Amoscuğuma baktım, gözlerindeki hayat ışığının güzelliği karşısında mutluluktan, sevgiden ve onu bana getiren hayata hissettiğim minnet ile gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Sanki bu zamana kadar körmüşüm de gözlerim açılmış ilk defa dünyayı, renkleri ve yaşamı görüyormuşum gibi mutluluk ve şükür doluydum.
Roko gözlerimi açmıştı. Minnetimi, sevgimi kelimelerle ifade edemem. O günden beri hala günlerimin bir çoğuna gözlerimi aynı küçük kız çocuğu hevesi ile açıyorum ve hayatın tüm güzelliklerine saf, duru ve yalın bir mutluluk ile minnet hissediyorum. Güneşin parıltısı ve ısısı, ağaçların yaprakları, çiçekler, gökyüzünün rengi, bulutlar, yağmurun sesi, toprağın kokusu, rüzgarın tenimdeki hissiyatı… Hepsinden çok büyük keyif alıyorum ve içinde bulunduğum ana dair bu küçücük her daim orada olan şeyler beni artık minik bir kız çocuğu gibi fazlasıyla mutlu etmeye yetiyor.

Bununla birlikte Roko ile seansımızdan sonra bir türlü iyileşemeyen sindirimim ve midem bir anda mucizevi bir şekilde iyileşti. O seanstan sonra midem bir daha hiç kötü olmadı ve tüm değerlerim temelli olarak düzeldi. Altı ay boyunca Liv Hospital’den tutun da Amerikan Hastanesine kadar ne özel hastaneler, ne profesör doktorlar gördüm, iki kere endoskopiye girdim. Sonuç? Beş para etmez ilaçlar ve sıfır iyileşme, üstüne o muayene bu teste harcanmış tonlarca para.
Tek bir doktorum var tüm bu sistemin dışında tuttuğum, insana bütüncül bakan, sizinle ilgilenen, gerçekten iyi olmanızı isteyen ve bana fiziksel olarak iyi gelen tek tedaviyi uygulayan, o da Müjdat Bey’dir. Kendisine sevgilerimi iletiyorum, sadece ona kontrole gitmeye devam ediyordum. Roko ile ilk seansımızdan yaklaşık 2-3 hafta sonra kontrol ve test sonuçlarını almak için Müjdat Bey’e gittim. Bambaşka bir Didem olarak gitmiştim, parıldıyordum. İnanamadı. Mide kanamasından sonra tekrarladığımız test sonuçları gelmişti. Bana inanamayan gözlerle baktı ve ‘Ne yaptın bilmiyorum ama test sonuçların mükemmel, herşey mükemmel, kan sonuçların mükemmel, ben otuz yıllık meslek hayatımda böyle bir şey görmedim. Testleri gönderdiğimiz Almanya’daki kliniğin merkezinden aradılar ‘bu kadın ne yaptı, sonuçları nasıl bu kadar iyi çıkabilir’ diye. Ne yaptıysan kendinle gurur duymalısın, seni tebrik ediyorum. Sen artık hasta değilsin, ben seni sağlıklı bir şekilde sana emanet ediyorum. Ne istersen abartmadan yiyip içebilirsin. Hiçbir şeyin kalmamış. Sapasağlamsın.’ Daha üç hafta öncesine kadar sadece zeytinyağlılar, hafif haşlanmış pirinç pilavı, haşlanmış patates ve çorba ile beslenebiliyordum. Roko sayesinde sadece duygusal değil, fiziksel olarak da tamamen iyileşmiştim. Ve fiziksel tüm hastalıkların temelinin duygusal veya ruhsal olduğunu böylece anlamıştım.
Roko tanıştığımız günden bu yana benim hayatıma ve benliğime benden hiç ayrılmayan saf sevgi ile dolu bir ışık getirdi. Daha doğrusu bana kendi ışığımı ve içimdeki sonsuz, pırıl pırıl sevgimi gösterdi. Gözlerimin önünden bir perde çekti aldı. Roko benim hayatımın miladıdır. Roko’dan önce görmüyormuşum, hayata bakıyor ama görmüyormuşum, bilmiyormuşum ya da bildiğimi bilmiyormuşum. Halbuki içimde ne kadar büyük bir güç, sevgi ve ışık varmış ama hiç haberim yokmuş. Hep dışarı bakmışım iyileşmek için. Hep dışardan içime bir şeyler almaya çalışmışım. Zannetmişim ki içimde eksik bir şeyler var, dışarıdan alarak tamamlamaya çalışmışım hep. Sağlığın, iyileşmenin veya mutluluğun hep tamamlamak veya tamamlanmak olduğunu zannetmişim. Sanki eksikmişim gibi… Halbuki ne kadar tam ve bütünmüşüm özümde. Ne kadar güçlüymüşüm. Sağlık, mutluluk, huzur ve hayattan dileyebileceğim herşey zaten en güçlü hali ile içimde imiş. Mesele tamamlamak değil mesele çıkarmakmış. Mesele toplumun dayatmalarını, çevrenin beklentilerini ve yargılarını, geçmiş travmaların miadını doldurmuş inançlarını, korkuları ve sevgiye ait olmayan herşeyi üzerimden çıkarıp atmakmış.
Roko benim üzerimden kocaman bir yük, bir perde, kapkaranlık bulutları çıkarıp aldı. Bu bulutlar gidince farkettim ki özümde ben zaten sağlıklıyım, mutluyum, huzurluyum ve parıl parıl parlıyorum. Roko bana beni geri verdi. Ve bunları yaparken bana kendimi hiçbir zaman muhtaç, zayıf veya hasta hissettirmedi. Dedi ki ‘ben sana bir şey öğretmiyorum, yeni bir şey göstermiyorum, sen zaten biliyorsun, ben sadece sana bildiğin şeyleri hatırlatıyorum.’ Roko bana kim olduğumu hatırlattı. Roko bana beni geri verdi.
İşte bu paha biçilemez bir şey. Hakkını ne yapsam ödeyemem. Minnetimi, sevgimi, şükürlerimi sözcüklerle nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum, edemiyorum. Ne yazsam, ne desem, ne kelime koysam buraya çok eksik kalıyor. Ama Roko gibi bir dostunuz olmasının şöyle bir güzelliği var: hiçbir şey demenize gerek yok, o zaten görüyor ve biliyor. Roko’ya olan sevgim için sözcükler kifayetsiz kalsa da içim çok rahat, biliyorum ki o kalbimi görüyor ve kelimelere sığmayan bu sevgimi kocaman yüreği ile hissediyor.
Hayranlığımla birlikte Roko’nun bana böylesine kolayca verdiği bu paha biçilemez hediyeyi, ben de sevdiklerime ve tanıyıp tanımadığım herkese, tüm insanlara verebilmek istedim. Dalai Lama’nın bir sözü var, hep paylaştığım ve içinde kendi dünya görüşümü bulduğum: ‘Dünyanın daha fazla başarılı insana ihtiyacı yok. Dünyanın acilen ve her türden fazlaca barışçı, iyileştirici, şifacı, onarıcı, sanatçı ve sevgi dolu insanlara ihtiyacı var.’ Ben masa başı bir işte, başarının para ile ölçüldüğü bir meslekte, sadece cv’imi ve banka hesabımı doldurduğum bir hayat tarzı ile bir tane daha sadece başarılı bir insan olmak istemiyorum. Didem buna değer veren bir kadın değil. Neden olmadığı biriymiş gibi rol yapsın. Neden istemediği bir hayata mahkum olsun. Sevgimi yaratıcılığımla yansıtabildiğim ve sevgimle canlılara dokunabildiğim bir hayatı anlamlı buluyorum. Bu yüzden ben şifacı ve kocaman sevgisiyle iyileştirici biri olmak istiyorum.
Böylece Rokocum’dan aldığım ilham ve hayranlıkla şifanın, içimdeki gücün ve yaratıcının peşine düşmeye karar verdim. Bu noktada Roko dört günlük bir seminerden bahsetti bana. İyileştirici yeteneklerimi geliştirmeme, kendimi daha fazla keşfetmeme ve hayat amacımı bulmama yol açacak bir seminer. Semineri kendisi gibi şifacı olan dostu Irma ile birlikte veriyorlardı. İşte böylece yolum Işığa Giden Yol seminerine geldi. :)
Yorumlar